Lütfü Oflaz benim tam 33 yıllık arkadaşım. 1980 öncesi ben günlük Aydınlık’ın Ankara temsilcisiyken bize yazmak isteğiyle gelmişti, sonra 12 Eylül darbesinde gazete kapatılana kadar Aydınlık’ta her gün köşe yazısı yazdı. Darbeden sonra ben yurtdışına çıkınca görüşemez olduk. Ben yurda dönünce 1995’te yeniden buluştuk ve eski dostluğumuzu tazeledik. Bu hafta Çengelköy Çınaraltında yine bir araya geldik ve eski usul çay simit eşliğinde söyleştik. Konuştuklarımızı sizlerle paylaşmak istedim, röportaj biçimine getirdim. Buyurun çay sohbetine:
Doğan Yurdakul: Sevgili Lütfü; 12 Eylül darbesinden sonra benim yurt dışına çıkmam nedeniyle seninle koptuk. Ancak yurt dışında da olsam senin askeri darbeye karşı direnişini hep izledim. 12 Eylül’den sonra yaşadıklarını, yaptıklarını bir de senden dinlemek isterim; bunu kısaca anlatır mısın?
Lütfü Oflaz: Senin de bildiğin gibi 12 Eylül darbesi işkenceleri, hukuksuz yargılamaları, idamları ve benzeri zulümleri beraberinde getirmişti. Darbeci generallerin astığı astık, kestiği kestikti. İşte ben o dönemde kelleyi koltuğa alarak dünyada da ses getiren bir eylem gerçekleştirdim. Askeri Hükümetin Adalet Bakanının makamını basıp hukuksuz yargılamaların, işkencelerin, idamların derhal son bulması gibi talepleri içeren bir insan hakları kampanyası başlattım. Tabii gözaltına alındım, zulümler gördüm ve ayrıca askeri hükümete tepki gösteren yazılarım nedeniyle de askeri mahkemede yargılandım. Dosyamda avukat savunması olmadan, bilirkişi raporuna başvurulmadan, bırakın sivil Yargıtay’ın içtihatlarını, Askeri Yargıtay’ın içtihatları da çiğnenerek ve de yazıyı yazdığım tarihten sonra çıkartılan bir yasa geriye yürütülüp beni de kapsayacak hale getirilerek mahkum edildim. Yani senin anlayacağın her türlü temel ve evrensel hukuk ilkesi çiğnenerek mahkum edildim.
Bu mahkumiyetin sonucunda hapis yattım. Hapisten çıktıktan sonra da askeri yönetim gazetelerde yazı yazmamı yasakladı. Bu nedenle bir süre Gırgır mizah dergisinde takma adla yazılar yazdım. O dönemde muhalefetini sürdüren Gırgır dergisi toplumdan öylesine ilgi görmekte, öylesine çok okunmaktaydı ki, dünyanın üç büyük dergisinden birisi haline gelmişti. Daha sonra askeri dönem sona erip sivil döneme geçildiğinde ben yine günlük gazetelerde köşe yazmaya başladım. Ancak medyanın giderek holdingleşmesi ve iktidarlara bağımlı hale gelmesine bir tepki olarak 1995 yılında yazarı olduğum Sabah gazetesinden istifa ettim. Böylelikle bana sunulan büyük maddi olanaklardan da vazgeçtim. Bu arada başka gazetelerin bana teklif ettiği astronomik maddi imkanlara rağmen yeniden holding medyasına dönmek istemedim ve de günlük gazetelerde köşe yazmayı bıraktım. Sine-i medyadan sine-i millete döndüm yani! Ardından da Gırgır dergisinin kadrosunu oluşturan arkadaşlarımın çıkartmakta olduğu Leman mizah dergisinde yazmaya başladım. 1995 yılından beri de tamamen holding medyası haline gelen medyanın hiçbir gazetesinde köşe yazıları yazmadım.
TAYYİP ERDOĞAN’IN GÖNLÜNDEKİ CUMHURBAŞKANI
DY: Gelelim senin 2000 yılında cumhurbaşkanlığına aday gösterilmene. 2000 yılında solculardan sağcılara kadar siyasi görüşleri birbirlerinden çok farklı çevreler seni cumhurbaşkanlığına aday göstermişlerdi. Hatta o zamanlar henüz Milli Görüş saflarında olan Tayyip Erdoğan da “Lütfü Oflaz benim de gönlümdeki cumhurbaşkanı” demişti değil mi?
LO: Senin de dediğin gibi muhafazakarlardan sosyalistlere kadar siyasi görüşleri birbirlerinden çok farklı çevreler, beni “Gönüllerin cumhurbaşkanı” diyerek cumhurbaşkanlığına aday göstermişlerdi. O zamanlar Milli Görüş saflarında olan Tayyip Erdoğan da benim cumhurbaşkanı olmamı onaylayanlardan biriydi. Benim cumhurbaşkanlığımı destekleyenler arasında kimler yoktu ki? Örneğin Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk’tan, o zamanlar Akit gazetesi yazarı olan Ahmet Kekeç’e kadar çok farklı kesimler destekliyordu beni. Beni destekleyenler Kemalistlerden İslamcılara kadar çok geniş bir yelpazeyi oluşturuyorlardı. Ancak beni destekleyenler o dönemde cumhurbaşkanını halkın seçmesini istiyorlardı. Zaten ben “Cumhurbaşkanını halk seçsin, adayımız Lütfü Oflaz” denilerek cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiştim, Ne var ki o dönemin hükümeti, cumhurbaşkanını halkın değil Meclis’in seçmesini tercih etti. Dolayısıyla benim ismimle birlikte ortaya atılan cumhurbaşkanını halkın seçmesi önerisi gerçekleşmedi.
DİKTATÖRÜN ASKERİNE DE SİVİLİNE DE KARŞIYIM
DY: İlginç olan şu ki, senin cumhurbaşkanlığını destekleyen Tayyip Erdoğan’ın 2002’de başbakan olmasının ardından onu en ağır şekilde eleştirenlerin başında da sen vardın. Hatta bu eleştirilerini sana gündemdeki konularla ilgili sorular yönelten İslamcı medyada da sıkça dile getirdin. Zaten Gezi Parkı olayları hakkında görüşünü soran Akit gazetesine de “Tayyip mazlum olarak geldi, zalim olarak gidecek” cevabını verip, Tayyip Erdoğan’ın diktatörce tavırlarına karşı çok ağır eleştiriler yönelttin. Başbakan Tayyip Erdoğan’a neden bu kadar karşısın?
LO: Ben emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı bir insanım. Emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı çıkmayan kim olursa olsun ona karşı çıkarım. Peki Başbakan Tayyip Erdoğan emperyalizme karşı mı? Milli Görüş saflarındayken emperyalizme karşıydı; ancak hükümete gelmesiyle, başbakan olmasıyla birlikte başta ABD olmak üzere emperyalistlerle işbirliği yaptı. Nitekim başbakan olur olmaz ABD askerlerinin Türkiye topraklarında konuşlanıp Irak’a saldırması, Irak’ı işgal etmesi için tezkere hazırlayıp Meclis’e yolladı. Ancak Meclis bu tezkereyi reddedince, bu kez de Irak halkını bombalayan ABD uçaklarına Türkiye’nin hava sahasını kullandırdı. Yine o, emperyalist ABD’nin füze kalkanının Türkiye’ye yerleştirilmesini onayladı. Başbakan Erdoğan emperyalizme karşı çıkmadığı gibi kapitalizme de karşı çıkmıyor. Kapitalizme hizmet ediyor. Nitekim kapitalistlerin AKP iktidarı döneminde beş kat daha zenginleştiğini söyleyip bununla övünüyor. Sonuçta abdestsiz kapitalistler de, abdestli kapitalistler de halkı acımasızca soyuyor. Benim abdestsiz hırsızlar ve abdestli hırsızlar adını taktıklarım halkı acımasızca soymak için birbirleriyle yarışıyor. Kısacası, abdestsiziyle abdestlisiyle, yerlisiyle yabancısıyla kapitalistler hep birlikte halkı soyuyor. Halka ait, devlete ait kaynaklar, şirketler özelleştirile özelleştirile, satıla satıla soygunlar gerçekleştiriliyor.
Kapitalistler koruna koruna, emekçiler korumasız bırakıla bırakıla soygunlar gerçekleştiriliyor. Kapitalistlerle, emperyalistlerle bu derece uyum içinde olan Başbakan Erdoğan, üstelik ülkeyi de sivil faşizme doğru götürüyor. Oysa ben darbeler yoluyla gelen askeri faşizme karşı olduğum gibi, seçim yoluyla gelen sivil faşizme de karşıyım. Üniformalı diktatörlere karşı olduğum kadar, Hitler gibi üniformasız diktatörlere de karşıyım. Başbakan Erdoğan da giderek diktatörlere mahsus otoriter bir tavır sergileyip, otoriter bir dil kullanıyor. Gezi Parkı direnişinde de gördük işte; Başbakan Erdoğan kendisine karşı çıkanları, muhalefet edenleri polis şiddetiyle susturmak, ezmek istiyor. Ve maalesef askeri diktatörlükten şikayet eden AKP medyası, Başbakan Erdoğan’ın diktatörlere mahsus otoriter tavrına itiraz etmeyip, onu destekliyor.
AKP medyası askeri diktatörlüğe karşı çıkıyor, ama sivil diktatörlüğe karşı çıkmıyor. Ben diktatörün askerine de siviline de karşıyım. Kısacası, yukarıda sıraladığım tüm bu nedenlerden ötürü Başbakan Erdoğan’a karşıyım. Peki şimdi ben böylesine karşı olduğum Başbakan Erdoğan’ı eleştirmeyecek miyim? 2000 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçiminde “Lütfü Oflaz benim de gönlümdeki cumhurbaşkanı” dedi diye onun yanlışlarını görmezden mi geleceğim? Yanlış yapan kim olursa olsun ona karşı çıkarım, eleştiririm.
EN İYİ İZAH TARZI MİZAH TARZI
DY: Son olarak şu konuyu konuşup sohbetimizi noktalayalım. Türkiye tarihine geçeceği anlaşılan Gezi Parkı direnişinde çok başarılı bir mizahi muhalefet sergilendi. Senin de yazarı olduğun Leman dergisi gibi mizah dergilerini okuyarak yetişen 1990 kuşağı gençler, çok parlak duvar yazıları, sloganlar üretti. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?
LO: Ruhu, özü muhalif olan mizah, yazım dünyasının teslim alınamazı, ele avuca sığmazıdır. Mizah her dönemde iktidarların korkulu rüyasıdır. Bana göre, en etkili muhalefet tarzı mizah tarzı! En iyi izah tarzı mizah tarzı! Çünkü mizah zekanın sunumu, zekanın arzı. Gerçekten de Gezi Parkı direnişini başlatan gençlerin mizahi anlatımları, ileri derecede zeka ürünüydü. Direniş boyunca ileri zeka ürünü olan birçok slogan, duvar yazısı görüldü. Ne var ki “ileri demokrasi” deyip duran AKP iktidarı, ileri zekalı bu gençleri düşman gibi gördü. Onun içindir ki polisi onların üzerine sürdü.
Bu duruma bakınca insanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Acaba AKP iktidarı, ileri zekalı değil de geri zekalı bir gençlik mi istiyor? Acaba AKP iktidarı, “ileri demokrasi”yi geri zekalılarla mı kurmak istiyor? AKP iktidarı ülkede “ileri demokrasi”yi kuramadı ama, ileri zekanın ürünü olan bir mizah diliyle konuşan gençler, ileri demokrasiyi Gezi Parkı’nda gerçekleştirdiler. Çevrecisi, sosyalisti, Kemalisti, antikapitalist Müslümanı, kısacası birbirlerinden çok farklı görüşlere sahip olan bu gençler, ileri demokrasinin ne demek olduğunu Gezi Parkı’nda gösterdiler. Görüşleri, hayat tarzları birbirlerinden çok farklı olsa da, bu gençler birbirlerine büyük saygı, hoşgörü gösterdiler. Saygı, hoşgörü göstermenin ötesinde de mükemmel bir dayanışma, yardımlaşma sergilediler. Ve herkese gösterdiler ki, her yer Gezi Parkı olursa, Türkiye ileri demokrasi olur.
DY: Bu sohbet için çok teşekkür ederim.
LO: Ben de teşekkür ederim.
Odatv.com