Zulüm günleri…
Ülke zulümhane benzeri…
Ülkedeki her şeye bir adam karar vermekte.
Bu diktatör adam, “Devlet de benim, kanun da benim, her şey benim” dercesine dediğim dedik, astığı astık, kestiği kestik şekilde hareket etmekte.
Diktatörün yaptığı zulümleri dünya aleme duyurması gereken ulusal medyanın tamamına yakını teslim bayrağını çekmiş.
Diktatöre biat etmiş.
Zalim diktatörü melek gibi gösterir olmuş.
Ülke zulümhaneye dönmüşken, ülkede zulüm olmadığı şeklinde haberler yapar olmuş.
Zulümleri duyuracak, insan haklarını savunacak hiç kimse yok; ülke ölüm sessizliğini andırıyor.
Oysa bu zulümleri duyuracak, bu zulümleri durdurmak için dünyayı ayağa kaldıracak bir şeyler yapılması gerekiyor.
Peki ama bunu kim yapacak?
Diktatöre biat etmiş ulusal medyamızın mensupları mı yapacak?
Evet, zulüm günleriydi…
12 Eylül darbe dönemiydi…
Kenan Evren diktatörlüğü, faşizmi hüküm sürmekteydi…
O zamanlar genç bir köşe yazarıydım.
Karar vermiştim; ne pahasına olursa olsun ülkedeki zulümleri dünya aleme duyuracak, bu zulümleri durdurmak için dünyayı ayağa kaldıracak bir eylem yapacaktım.
Bu uğurda kelleyi koltuğa alacaktım.
Askeri hükümetin Adalet Bakanlığı’nı basacaktım.
Orada bir insan hakları kampanyası başlatacaktım.
O sırada zindandaydım.
Diktatörlüğü eleştirdiğim ve diktatörü protesto etmek için Ankara’nın Kızılay Meydanı’nda kendimi direğe zincirleyerek bir eylem gerçekleştirdiğim için zindandaydım.
Bunları yaptığım için yabancı medyanın, uluslararası medyanın ilgi alanındaydım.
İşte o zindanda karar vermiştim; zindandan çıkar çıkmaz askeri hükümetin Adalet Bakanlığı’nı basıp orada bir insan hakları kampanyası başlatacaktım.
Zindandan çıktığım gün, yabancı medyanın Türkiye’deki mensupları tarafından karşılandım.
Hedefim Adalet Bakanlığı’ydı.
Bu hedefe ulaşmak için arabalarla yola çıkıldı.
İçinde bulunduğum araba Adalet Bakanlığı’na ulaşır ulaşmaz kapıyı açıp dışarı fırladım.
Delicesine koşmaya başladım.
Arkamdan arabalarından fırlayan yabancı gazeteciler de koşmaya başlamışlardı.
Bu beklenmedik eylem karşısında bakanlığın kapısındaki iki koruma polisi hazırlıksız yakalanmışlardı.
Polisler ile yabancı medya mensupları arasında bir itiş kakış başlamıştı.
Ben de bu arada Adalet Bakanlığı’na dalmıştım.
İtiş kakış vaziyette Adalet Bakanı Cevdet Menteş’in odasına doğru ilerlemeye başlamıştım.
Bu eylemin bundan sonrasını detaylıca anlatmam bir köşe yazısının boyutlarını aşabilir.
Bu eylemin detaylarını merak edenler İnternet’e, Google’a “Lütfü Oflaz faşizme direnişin destanını yazdı, Adalet Bakanlığı’nı bastı” diye yazıp bu eylemin detaylı haberini okuyabilir.
Sonuçta 12 Eylül darbesi döneminde askeri hükümetin Adalet Bakanlığı’nı basıp ülkemizdeki ilk insan hakları kampanyasını başlatmıştım.
Orada zulümleri, hukuksuz yargılamaları, yargısız infazları dünya aleme duyuracak, dünyayı ayağa kaldıracak bir konuşma yapmayı başarmıştım.
Ancak yabancı medya yanımda olmasaydı, bu eylemi de bu konuşmayı da dünya aleme duyuramaz, dünyayı ayağa kaldıramazdım.
Dünya kamuoyu o darbe döneminde ülkemizdeki zulümleri yabancı medyadan öğrendiği gibi, Türkiye kamuoyu da, başta BBC Türkçe olmak üzere Türkçe yayın yapan yabancı medyadan öğrenirdi.
Bunun için Türkçe yayın yapan yabancı radyolar çok dinlenirdi.
Şimdi bütün bunları niye mi anlattım?
Bugünkü iktidarın kurdurduğu SETA adlı kuruluşun, ülkemizde Türkçe yayın yapan uluslararası medyanın çalışanlarını fişleyip, andıçlayıp hedef göstermesi üzerine anlattım.
Medya mensuplarını fişlemek, andıçlamak 12 Eylül darbecilerinin, 28 Şubat darbecilerinin işidir.
Ülkemizde Türkçe yayın yapan uluslararası medyanın çalışanlarını fişleyen, andıçlayan iktidarın SETA’sının yaptığı da böyle bir iştir.
Siz ulusal medyanın yüzde 90’ını iktidara biat etmiş medya haline getirirseniz, gerçekler nerede yazılıp söylenecek?
Gerçekler, doğru haberler nereden öğrenilecek?
Doğal olarak uluslararası medyadan, yabancı medyadan öğrenilecek.
Siz ulusal medyanın yüzde 90’ını iktidara biat etmiş medya haline getirirseniz, elbette ülkede uluslararası medya, yabancı medya ihtiyaç haline gelir.
Ülkenin gerçekleri o medyada yazılıp söylenebilir.
İktidar medyası diyor ki, “İktidara biat et, rahat et!”
Ben de diyorum ki, ne biat ne itaat, olmaz olsun böyle rahat!
İktidara biat edip rahat etmektense, rahatsız olmayı tercih ederim!