O’na göre insanlar ikiye ayrılmaktaydı: Tanrı’ya borçlular ve Tanrı’dan alacaklılar!
Her şey verdikleri Tanrı’ya borçlulardı.
Hiçbir şey vermedikleri Tanrı’dan alacaklılardı!
Tanrı bazı insanlara sağlık, zenginlik, akıl, güzellik, yetenek gibi her şeyi veriyordu.
Bazı insanlara ise bunların hiçbirini vermiyordu.
Tanrı’nın her şey verdikleriyle hiçbir şey vermedikleri hiç bir olur muydu?
Yeri gelmişken size anlatmalıyım O’nu.
O’nun doğuştan iki bacağı ve bir kolu yoktu.
Çolağımsı tek elinin üstünde güçlükle sürünüyordu.
Yer tezgahında incik boncuk satarak geçimini sağlıyordu.
Hayattaki en büyük kâbusu umumi helaya gitmekti.
O zamanlar tamamı alaturka olan umumi helalar pislik içindeydi.
Bir gün “Başkalarının boklarına bata çıka hela deliğine ulaşıyorum” diyerek söze girmişti.
“İçimdeki bokları çıkartmak isterken dışım boka bulanıyor” diye devam etmişti.
“En acımasız adaletsizlik Tanrısal adaletsizlik; bu dünyayı kimi için cennet, kimi için cehennem yapıyor” diye de eklemişti.
Ona göre şiirlerde, şarkılarda sıkça rastlanan “adaletin bu mu dünya”, “kadere isyanım var” türü yakınmalar dünyayı yarattığına, kaderi yazdığına inanılan Tanrı’nın adaletsizliğine isyandan başka neydi?
Dünyanın hâkiminin yaptığı adaletsizliğin katrilyonda birini bir dünyalı hakim yapsa ona isyan edilmez miydi?
O, “Tanrı’nın sağlık, zenginlik, akıl, güzellik, yetenek gibi nimetler vermediği ben, Tanrı’ya isyan edersem cehenneme gideceğim. Oysa, Tanrı’nın bu nimetlerin hepsini birden verdikleri iyi bir kul olurlarsa cennete gidecekler. Bu dünyada öbür dünyada benim için cehennem, bu dünyada öbür dünyada onlar için cennet olacak. Kendisine her şey verilen de hiçbir şey verilmeyen de iyi bir kul olursa öbür dünyada cennete gidecek. Ama bu dünya birisine cennet olurken, diğerine cehennem olacak. Adalet bunun neresinde?” demekteydi.
O’na göre ahretteki hesaplaşma şöyle cereyan etmeliydi:
Her şey verdikleri Tanrı’ya hesap vermeliydi.
Hiçbir şey vermediklerine ise Tanrı hesap vermeliydi!