Yazar, düşünür Lütfü Oflaz, 28 Şubat darbesi döneminde üniversitelere başörtülülerin alınmaması zulmüne karşı dindar gençlerle solcu gençlerin el ele yürüdüğü o ünlü yürüyüşü başlatmıştı. Lütfü Oflaz’ın başlattığı el ele yürüyüşü 28 Şubat döneminin en etkili eylemlerinden biriydi. Lütfü Oflaz, 12 Eylül darbesi döneminde de darbecilere karşı ortaklaşa mücadele etmeleri için İslamcıları, devrimcileri, ülkücüleri bir araya getiren oluşuma öncülük etmişti. Tarihimizde darbecilerin tanklarının karşısında ilk duranlardan olan Lütfü Oflaz, darbe döneminde hukuksuz yargılamaların, yargısız infazların, işkencelerin son bulmasını da içeren insan hakları kampanyasının başlatıcısıdır. Darbelere karşı gösterdiği direnişleriyle bilinen Lütfü Oflaz ile 28 Şubat darbe dönemini konuştuk.
“28 ŞUBAT ASKERİ FAŞİZMDİR”
-28 Şubat deyince aklınıza ne gelir Lütfü Bey?
-28 Şubat deyince aklıma dindar insanlara ve onların temsilcisi durumundaki Başbakan Necmettin Erbakan’a yapılan eziyetler gelir. Bu bağlamda Necmettin Erbakan’a, Genelkurmay Başkanlığını ziyareti sırasında, kabadayı özentisi subaylar tarafından omuz atılması gelir. Yine o dönemde Necmettin Erbakan’a, general rütbesini taşıyan bir komutanın televizyonlarda “Pezevenk” diye hakaret etmesi, küfür etmesi gelir. Ve yine Başbakan Necmettin Erbakan’ın yemekli bir davetinde, bir kuvvet komutanının garsona “Masada niye rakı yok; masaya rakı getirin ulan” diyerek kabadayılık yapması gelir. Aslında bu komutanların kabadayılık yaptığı, aşağıladığı, hakaret ettiği, küfür ettiği sadece Necmettin Erbakan değildi. Onlar sergiledikleri bu tavırlarla asıl olarak Necmettin Erbakan’ı seçip başbakan koltuğuna oturtan millete kabadayılık yapmakta, milleti aşağılamakta, millete hakaret, küfür etmekteydi. Zaten 28 Şubat da milletin iradesine indirilmiş darbeydi. Ve de 28 Şubat askeri faşizmin tipik bir örneğiydi.
“NATO’CU SUBAYLAR MİLLİCİ BAŞBAKANDAN HOŞLANMAZ”
-Peki ordunun komutanları Başbakan Necmettin Erbakan’a karşı niye böyle bir tavır sergiliyorlardı?
-NATO’ya girdiğimizden beri ordunun komutanları dünyadaki güç odaklarının ve onun başındaki ABD’nin “bizim çocuklar” dediği türden subaylar oldular. ABD’nin istemediği başbakanları onlar da istemediler. ABD’nin “Devir” dediği başbakanları onlar devirdiler. Milli çıkarlarımızı değil ABD’nin çıkarlarını kollayıp gözettiler. NATO’cu subaylar millici başbakandan hoşlanmaz. Böyleleri Necmettin Erbakan gibi milli görüşçü bir başbakana tahammül edebilirler mi? Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin çıkarları için değil, milli çıkarlarımız için çalışan Necmettin Erbakan gibi bir başbakana tahammül edebilirler mi? Necmettin Erbakan milli hassasiyetleri olduğu kadar manevi hassasiyetleri de olan bir başbakandı. Böyle bir başbakana NATO’cu komutanların, emperyalist güç odaklarının ve onların başındaki ABD’nin tahammül etmesi mümkün değildi. Bu sadece bize özgü bir şey de değil. Mesela Venezuela’ da olduğu gibi ülkenin petrollerini emperyalistlerin elinden kurtarıp kamulaştıran ve bu petrollerin gelirlerini halka akıtan millici liderlere de ABD tahammül edebiliyor mu? Onları devirmek için ne mümkünse yapmıyor mu?
“KÜRESEL EMPERYALİZME KARŞI KÜRESEL DAYANIŞMA OLMALI”
-Malumunuz bizim ülkemiz de şu anda başta ABD olmak üzere küresel emperyalistlerin saldırısı altında… Bizim ülkemiz gibi küresel emperyalist saldırı ve darbe tezgâhı tehdidi altındaki ülkelerin insanları buna karşı ne yapmalı sizce?
-Bizler birbirimize değil, ülkemize saldıran küresel emperyalistlere düşmanlık etmeliyiz. Birbirimize düşmanlık etmeyi bırakıp milli çıkarlarımızı korumak için emperyalistlere karşı tek vücut, tek yumruk olmalıyız. “Böl, yönet” emperyalistlerin klasik taktiğidir. Ülkeleri, halkları bölerek yönetmek kolaylarına gelir. Öyleyse buna karşı bizler bölünmemeli, birleşip bütünleşmeliyiz. Ayrıca küresel emperyalist saldırı altındaki ülkeler, halklar olarak birbirimizle dayanışma içine girmeliyiz. Küresel emperyalistlere karşı küresel dayanışma, küresel direniş hattı kurmalıyız. Küresel emperyalistler tarafından birimize yapılmış saldırıyı hepimize yapılmış saymalıyız. Küresel emperyalistlere ancak böyle karşı koyarız.
28 ŞUBAT’TAKİ EL ELE YÜRÜYÜŞÜNÜ O BAŞLATTI
– Dayanışma deyince aklıma 28 Şubat döneminde başörtülülerin üniversitelere alınmaması zulmüne karşı dindar gençlerle solcu gençlerin dayanışma içine girip el ele yürümeleri geldi. O ünlü el ele yürüyüşünü siz başlatmıştınız; biraz da bu konuya değinir misiniz?
– 28 Şubat döneminde solcu gençliğin en çok okuyup etkilendiği Leman dergisinin yazarıydım. Leman yüz binlerce insana ulaşan çok okunan bir dergiydi. İşte o dergide “Zulme karşı direneceğiz” diye başlayan ve “Yılgınlık yok, direniş var” diye biten bir yazı yazdım. O yazımda solcu gençleri başörtüsü zulmünü protesto etmeleri için dindar gençlerle birlikte el ele yürüyüşe çağırdım. Yazım yayınlandığı zaman binlerce solcu genç benim bu çağrıma uyup, başörtüsü zulmünü protesto etmek için İstanbul Üniversitesi’nin önünde dindar gençlerle buluştu. Hemen ardından da dindar gençlerle solcu gençler zulümcü zihniyete karşı el ele yürüyüşe geçti. Derken yürüyüşe katılanların sayısı elli bine ulaştı. Bütün bu insanlar yürüyüş boyunca benim yazımdaki “Zulme karşı direneceğiz; yılgınlık yok, direniş var” cümlelerimi sloganlaştırıp haykırdı. Bu eylem, 28 Şubat döneminin en etkileyici eylemiydi.
“ZALİMLE DOSTLUK MAZLUMA DÜŞMANLIKTIR”
– Yeri gelmişken hatırlatalım ki siz “Susma, sustukça sıra sana gelecek” gibi zulme karşı direniş cümlelerinin de yazarısınız. Böyle bir yazar olarak, 28 Şubat zulmünün mağduru oldukları halde, 28 Şubat zulmünü destekleyenlerle bugün dost olan, hatta Uğur Dündar, Yılmaz Özdil gibi 28 Şubat zulmünün destekçisi gazetecileri ödüllendiren siyasetçiler hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Benim “Zalim kim olursa olsun ona karşı ol; mazlum kim olursa olsun ondan yana ol” şeklinde bir cümlem vardır. İşte sizin sözünü ettiğiniz siyasetçiler de zalimin zalimliğini, mazlumun mazlumluğunu unutmasınlar. Bu gibi siyasetçiler, 28 Şubat döneminde “Seni kazığa oturturuz” diye tehdit edildiklerini unutmasınlar. Hadi pek çok şeyi unutsalar bile, kendilerine yapılan kötülükleri de unutsalar bile, bari mesela Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan zulmü unutmasınlar. Onun hapiste jandarmadan yediği dayakla yara bere içinde kalmış, kanamış yüzüyle “Traş olurken yüzünü kesmiştir” diyerek dalga geçenleri, üstelik de bu durumu yönettiği gazeteye manşet yapıp dalga geçenleri unutmasınlar. Hiç değilse bu gibileri ödüllendirmesinler. Unutmasınlar ki zalimleri ödüllendirmek mazlumlara yapılan zulme alkış tutmaktır. Zalimleri ödüllendirmek mazlumları cezalandırmaktır. Zalimlerle dostluk mazlumlara düşmanlıktır.